Lutuf ile dünyaya merhaba diyen
“çocuk” aradan zaman geçtikçe, kendisine
alışıldıkça dünyadaki diğer çocuklar gibi ortama ayak uydurur, kuralları
öğrenir ve özgünlüğünü kaybetmeye başlar. Standartlaşır. Çok az bir kısmı
gerçek bir düşünür, mucit, sanatçı, bilim adamı v.s olur. Peki bu “çok az” ı
çok yapmak mümküm mü ?
Elbette. Dediğim gibi çocuk bir
lutuf. Çocuğun anne karnında oluşumu mucizeler bütünüyse, “çok az” dan “çok” a
geçmek neden mümkün olmasın ki ? Beynimiz hala keşfedilmeyi bekleyen mükemmel
bir mekanizmalar bütünü ise neden “zor”lar başarılmasın ?
Steve Jobs, Einstein, Picasso,
Edison neden yeniden üstelik bizden çıkmasın ?
Çocuğun yaratıcılık, sorgulama
yeteneği “çok” a geçişte anahtar rol oynayacaktır. Ama bu yetenekleri öldürmeden, sürekli
koruyarak, çocuğu azarlamadan, cesaretlendirerek, ödüllendirerek.
Tüm bu başarı basamaklarını
adımlarken çocuğa yardımcı olmak için “çocuğu hissetmek” gerektiğini
düşünüyorum. Bu katma değeri yüksek bir yetenek bana göre. Turnusol kağıdı gibi
olan çocuk kendisine yakın olan kişiye yönelir. O kişi ona bir şeyler
katabiliyorsa ne mutlu.
Gelelim inovasyon mevzuuna. İş
dünyasında temel yetkinliklerden biri olarak tanımlanan bu değer bana göre ilk
ve en önemli kitleye, çocuklara aşılanmalı.
Bana göre diyorum, ben kim miyim
? İnovasyona gönül vermiş, inovasyon kavramından habersizken inovasyon yaparak
kendini ifade etmiş ve bundan müthiş mutluluk duyan, inovasyona tutkuyla
bağlanmış, alışkanlık haline getirmiş, bu konuda ödülleri, patent ve faydalı
model başvurusu için TPE nin kapısını çalan, farklı disiplinlere ilgi duyan,
bir şekilde bu disiplinlerde eğitim almış, çalışmış, okumuş ve sonunda
tecrübelerini “İnovasyon, Düşünmenin Zirvesi” isimli kitapta toplayan dünyayı, insanların
hayatını kolaylaştırma yönünde değiştirmeye çalışan iflah olmaz bir savaşçıyım,
inovatörüm.
Ülke olarak ilerlemek istiyorsak,
fidanlarımızı inovasyon suyu ile büyütmemiz şart. İnovasyonun önemi konusunda
bir çok yazı okuduğunuzu düşünüyorum, eğitim alanında, bir çok önemli isim de
çocukların eğitimi bağlamında 21.yy temel yetkinlikleri arasında inovasyona
kaçınılmaz olarak değinmiş. Özetle “inovasyon=can suyu” başarının anahtarlarından
biri.
Artık çok çalışmak yetmiyor,
farklı şeyler üretmek lazım. İşte bu yüzden sonradan görme inovasyoncular
değil, çocukken bu yetkinliği kazanmış bireyler olarak yaşantımızı sürdürmemiz
gerekiyor.
Çocuklar.… 5 yaşından 8 yaşına
kadar bir çok çocuğa bu kavramı anlatmak benim için zevkti. Önyargı yok, keşif
duygusu var, kurcalama, sorgulama var, yaratıcılık var, katıksız-perdelerden
uzak bir yaklaşım var. Eee daha ne olsun, inovasyon dünyasına girmeye hazır
beyinler işte.
Ben ne mi yaptım, inovasyonu
enjekte ettim sadece. Yaratıcılık başta olmak üzere az önce bahsettiğim
yeteneklerini hiçbir şekilde kaybetmemelerini, ancak bu şekilde bir adım önde
olabileceklerini aktardım. Dünyanın Tv ye, tablete, telefona, reflex ölçen ve
puan toplatan oyunlarla sınırlı olmayacak kadar büyük olduğunu, her birinin
geleceğin Edisonları, Steve Jobsları, Picasso’ları veya daha farklıları olabileceklerini
anlattım. “Hey sen, gerçekten yapabilirsin !” heyecanını ve cesaretini
aşılamaya çalıştım.
İnovasyonun vazgeçilmez
alışkanlıkları arasında yer almasını daha ilk saatlerde sağlamanın mutluluğunu
her an hissettim. Çocukların inovatif ürünler düşünebilmesi, neden böyle, şöyle
olsa sorularını sorabilmeleri, beyin fırtınaları sürecinde dünyayı değiştirmeye
yönelik fikirler üretmelerine tanık olmak
paha biçilmezdi.
Kurduğumuz iletişimin kalitesi
meyvesini her an verdi. Verecek te.
Ölü Ozanlar Derneği…Şimdi yine
gündemde ama hep gündemde olması kaçınılmaz.
Biz bu çocuklarla kurallarla
çevrilmiş, yaratıcılığı sınırlayan ortamlara başkaldırdık. Tıpkı sıraların
üzerine çıkarak “ben” diyebilen, hayatın
asıl anlamının kendini keşfetmekte, özgün olmakta saklı olduğunu farkedenler gibi…